You are reading tafsir of 21 ayahs: 74:11
to 74:31.
11- Sen Bana bırak o tek başına yarattığım, 12- Kendisine bolca mal verdiğim, 13- Ve (yanı başında) hazır duran oğullar (ihsan ettiğim); 14- Her türlü imkanı önüne serdiğim (kafir) kimseyi. 15- Bir de kalkmış (nimetleri) daha da artırmamı bekliyor. 16- Asla! Çünkü o, âyetlerimize karşı çok inatçıdır. 17- Ben, onu sarp bir yokuşa/zorlu bir azaba süreceğim. 18- Çünkü o, düşündü ve ölçtü biçti. 19- Kahrolası! Ne biçim ölçtü biçti! 20- Yine kahrolası! Ne biçim ölçtü biçti! 21- Sonra baktı. 22- Sonra suratını astı, kaşlarını çattı. 23- Sonra yüz çevirip büyüklük tasladı. 24- Nihayet dedi ki:“Bu (eskilerden) nakledilen bir sihirden ibarettir.” 25- “Bu, insan sözünden başka bir şey değil!” 26- Ben onu Sekar’a sokacağım. 27- Sekar’ın ne olduğunu sen nereden bilebilirsin ki? 28- O, yakıp bitirmedik bir şey bırakmaz, ama yakmaktan da vazgeçmez. 29- Derileri yakıp kavurur. 30- Başında da on dokuz (görevli melek) vardır. 31- Biz, cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden yaptık. Onların sayısını da inkâr edenler için ancak bir fitne/imtihan kıldık. Bu, kendilerine Kitap verilenler kesin olarak inansınlar, iman edenlerin de imanı artsın, kendilerine Kitap verilenlerle mü’minler şüpheye düşmesin, kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de:“Allah bu sayıyla ne gibi bir şey murad etmiş olabilir ki?” desinler diyedir. İşte Allah, böylece dilediği kimseleri saptırır, dilediği kimseleri de hidâyete kavuşturur. Rabbinin ordularını O’ndan başkası bilmez. Bu, insanlar için ancak bir öğüttür.
Bu âyet-i kerimeler, hakka karşı inatla duran, Allah’a ve Rasûlüne savaş açan, onlara karşı duran el-Velîd b. el-Muğîre hakkında inmiştir. Yüce Allah onu başka hiçbir kimseyi yermediği bir şekilde yermiştir. İşte hakka karşı inatlaşan, hakka karşı mücadele veren kimsenin cezası budur. Bu dünya hayatında rezil olur. Âhiretteki azap ise daha bir rezil edicidir elbette. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 11. “Sen Bana bırak o tek başına yarattığım.” Malsız, ailesiz ve başka hiçbir şeye sahip olmaksızın yalnız başına yarattığım ve halen kendisine lütufta bulunup pek çok şeyler verdiğim; 12-13. “Kendisine bolca” pek çok “mal verdiğim ve” yanı başında “hazır duran oğullar” sürekli yanında bulunan, kendileri ile faydalanıp ihtiyaçlarını gördüğü, kendileri ile güç kazandığı erkek çocuklar verdiğim; 14. “Her türlü imkanı önüne serdiğim” ona dünyevî imkânlar ve bu imkânları elde etme yollarını bağışladı; öyle ki o ihtiyaçlarını kolaylıkla görebilmekte, arzuladığı ve istediği her şeyi elde etmektedir. 15. Bunca nimetler ve ihsanlarımla birlikte “bir de kalkmış (nimetleri) daha da artırmamı bekliyor.” Yani dünyada nimetlere nail olduğu gibi âhiret nimetlerine de nail olmayı ümit ediyor. 16. “Asla!” Durum onun istediği gibi olmayacaktır. Aksine onun istediğinin ve arzu ettiğinin tersine olacaktır. Bunun böyle olmasının sebebi ise şudur: 17. “Çünkü o, âyetlerimize karşı çok inatçıdır.” Âyetlerimizi anladığı halde onları inkâr etmiş, âyetlerimiz onu hakka çağırdığı halde onlara itaat etmemiştir. Hatta yüz çevirmekle de yetinmeyerek bunlarla savaşmaya koyulmuş, âyetlerimi iptal etmeye çalışmıştır. Bundan dolayı Yüce Allah onun hakkında şöyle buyurmaktadır: 18-20. “Çünkü o” kendi kendine “düşündü” Kur’ân-ı Kerîm’i kendisi ile çürüteceği söz söylemek maksadı ile hakkında düşündüğü hususları “ölçtü biçti. Kahrolası! Ne biçim ölçtü biçti? Yine kahrolası! Ne biçim ölçü biçti?” Çünkü o, kendisi ile asla boy ölçüşemeyeceği bir işe kalkışmıştı. Kendisinin ve benzerlerinin asla ulaşamayacağı bir yokuşa tırmanmaya çalışmıştı. 21-22. “Sonra” ne söyleyeceğine “baktı, sonra suratını astı, kaşlarını çattı.” Yüzünde ve dış görünüşünde haktan nefret ettiği ve hakka karşı kin duyduğu belirgin hale geldi. 23. “Sonra yüz çevirip” geri döndü “Büyüklük tasladı.” Bu ise onun düşünme çabasının fiilî ve sözlü olarak ortaya koyduklarının bir sonucudur. 24-25. “Nihayet dedi ki: “Bu (eskilerden) nakledilen bir sihirden ibarettir. Bu, insan sözünden başka bir şey değil!” Yani bu, Allah’ın kelâmı değildir, insan sözüdür. Aynı şekilde bu, iyi ve hayırlı insanların da sözü değildir. Aksine onların kötülerinin, günahkârlarının, her türlü yalancı ve sihirbazın bir sözüdür. Kahrolasıca! Haktan ne kadar da uzak! Hüsran ve helâke ne kadar müstehak! En yüce ve en büyük söz olan, pek yüce ve azametli Rabbin sözünü yaratılmış, muhtaç ve her bakımdan aciz varlıkların sözüne benzediği nasıl düşünülebilir yahut bunu bir kimse nasıl tasavvur edebilir? Bu yalancı ve inatçı kişi, Yüce Allah’ın kelâmını bu şekilde nitelendirme cesaretini kendinde nasıl bulabilir? Böylesinin çetin azaptan başka bir şeyi hak etmesi söz konusu değildir. Bundan dolayı da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 26-28. “Ben onu Sekar’a sokacağım. Sekar’ın ne olduğunu sen nereden bilebilirsin ki? O, yakıp bitirmedik bir şey bırakmaz, ama yakmaktan da vazgeçmez.” Azaba uğratılan kimseye vermedik zorluk, sıkıntı ve acı bırakmaz. 29. “Derileri yakıp kavurur.” Onları kavurur, azabının içine alıp yakar. Aşırı sıcak ve aşırı soğuğu ile onlarda rahat namına bir şey bırakmaz. 30. “Başında da on dokuz” bekçi melek “vardır.” Bunlar, “(O ateşin) başında çok sert ve çok güçlü melekler vardır ki onlar, Allah'ın kendilerine verdiği emirlerde O’na isyan etmezler. Ne emredilirse onu yaparlar.”(et-Tahrim, 66/6)
31. “Biz cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden yaptık.” Buna sebep ise onların çetin bir güce sahip oluşlarıdır. "Onların sayısını da inkâr edenler için ancak bir fitne/imtihan kıldık.” Burada şu kastedilmiş olabilir: Biz, onları âhiretteki azap ve cezaları için, oradaki ibretli cezalarının artırılması için böyle yaptık. Çünkü azaba da “fitne” denilebilir. Nitekim Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: “O gün onlar ateş üzerinde fitneye maruz kalırlar.”(ez-Zâriyât, 51/13) Yani azaba uğratılırlar, demektir. Bu buyruktan şu da kastedilmiş olabilir: Bizlerin sizlere o meleklerin sayısını haber verişimizin sebebi, bir imtihandır; yani kimin tasdik edeceğini kimin yalanlayacağını ortaya çıkarmamızdır. Buna da bundan sonra gelen şu buyruklar delildir:“Bu, kendilerine Kitap verilenler kesin olarak inansınlar, iman edenlerin de imanı artsın… diyedir” Çünkü bu Kur’ân’ın bildirdikleri, Kitap ehlinin elinde bulunanlara uygun düşer ve mutabık gelirse onların hakka olan yakînleri (kesin inançları) daha bir artar. Mü’minler de Allah her bir âyet indirdikçe, ona iman eder, onu tasdik ederler ve böylelikle onların da imanı artmış olur. "kendilerine Kitap verilenlerle mü’minler şüpheye düşmesin.” Yani onların şüphe ve tereddütleri ortadan kalksın. İşte bunlar özlü akıl sahiplerinin özellikle önem verdiği, üstün ve değerli maksatlardır. Kesin bir inanca sahip olmak için çalışmak, her zaman ve her bir dinî meseleye dair imanın artmasına gayret göstermek, hakkın karşısına dikilen şüphe ve tereddütlerin izale edilmesi, bu maksatları oluşturmaktadır. Yüce Allah, Rasûlüne indirmiş olduğu buyrukları, bu üstün maksatları gerçekleştirici ve doğrularla yalancıları birbirinden ayırt edici bir ölçü kılmıştır. Bundan dolayı da şöyle buyurmaktadır:“Kalplerinde hastalık” şüphe, tereddüt ve münafıklık “bulunanlarla kâfirler de: Allah bu sayıyla ne gibi bir şey murad etmiş olabilir ki? desinler.” Bu, onların şaşkınlık, şüphe ve Allah’ın âyetlerini inkâr üzere söyledikleri bir sözü ifade eder. Her iki grubun durumu, Allah’ın dilediği kimseleri hidâyete iletmesi, dilediği kimseleri de saptırmasının bir sonucudur. Bundan dolayı şöyle buyurmaktadır:“İşte Allah, böylece dilediği kimseleri saptırır, dilediği kimseleri de hidâyete kavuşturur.” Allah kime hidâyet verirse Rasûlüne indirdiği şeyleri onun hakkında bir rahmet kılar. Bunlarla onun dinini ve imanını artırır. Kimi de saptırırsa Peygamberine indirdiklerini, onun aleyhine bir bedbahtlık, bir şaşkınlık ve bir zulüm sebebi kılar. O halde yapılması gereken, Allah’ın ve Rasûlünün verdiği haberleri teslimiyet ile karşılamaktır. "Rabbinin” meleklerden ve onların dışındakilerden oluşan “ordularını O’ndan başkası bilmez.” Sizler O’nun ordularını bilemediğinize göre, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan sizlere orduları hakkında haber verecek olursa sizin yapmanız gereken, herhangi bir şüphe ve tereddüt söz konusu olmaksızın O’nun haberini tasdik etmekten ibarettir. "Bu, insanlar için ancak bir öğüttür.” Yani bu öğütten maksat, boş işlerle uğraşmak, oyun oynamak, oyalanmak değildir. Bundan maksat, insanların kendilerine fayda verecek hususları düşünüp yapmaları, zarar verecek şeylerden de kaçınıp uzaklaşmalarıdır.